8 Kasım 2015 Pazar

AZİZ SOFYA VE FOTOKOPİ MAKİNASI



İki sokak alttaki caminin imamı, birazda ağustos sıcağının bıkkınlığıyla, sözüne bu seferde "ebe mübarek" diye başladı. Aziz beyi ikna edemediğini bir türlü kabul etmek istemiyordu. Mahallenin camisine iki sene önce atanmış kurt imam, her sabah adet edindiği üzere, namazın ardı sıra kendisine pazar arıyan tüccar misali çevre esnafı tek tek dolanırdı. Son gözdesi olan aziz bey, mal müdürlüğüne bitişik nizam tek katlı binanın sahibiydi. Aziz bey dükkanında 40 seneyi aşkın süredir kırtasiyecilik yapar, bugünlerde ise kırtasiyeden pek de bir şey elde edemez, fotokopiden kazandıkları ile anca tenceresini kaynatmaya çalışırdı. Dostlarının aziz beye yakıştırdığı ismi ile aziz sofia, elden ne gelir, dükkanına gelen her misafirine layık gördüğü sabrı ile imama belki bir müddet daha tahammül edebilecekdi. İmam efendi o gün de aziz beyin yanları metal çerçeveli masasının yanındaki artık yıllardır üst üste gelen tamiratlardan çivileri insanların bacaklarını çizen hafif topal tabureye oturmadan evvel önce kuru bir hal hatır sordu. Sesindeki beceriksizlik fazlasıyla fark ediliyordu. Dua okurken ve cemaatle konuşurken sesine sahte bir mülayimlik katmaya çalışır ama laf dönüp dolaşıp müteahhit olan damadına gelince sakinliğini koruyamaz şuh ve abartı ile sesini yükseltmeye başlardı. Bu anlara şahit olanlar malazgirt destanının çimento harcı, inşaat demiri ve damadının kabiliyeti sayesinde anadolu topraklarında bir kez daha zuhur ettiğini sanabilirdi. İmam efendi, aziz sofianın ukala olduğuna kesin kanaat getirdiği damadını övmelere doyamazdı. Damat efendi ise daha aziz beyin inşaat hususundaki niyetini bilmeden, aracılar vasıtasıyla yerli yersiz tekliflerde bile bulunmuştu. Aziz beyin yüzünü henüz göremediği bu ticaret dahisi, anlaşılan dükkana ve hemen üst katında 40 senedir oturduğu eve bileniyordu. İmamın yakıştırmasıyla cirlop gibi iki lebi derya daire bile hak görmüştü daha şimdiden. Dükkana fotokopi için giren müşteri imam efendinin dikkatini dağıttı, bir süreliğinede olsa susmasını sağladı. Aziz sofia fotokopi çekerken, imam efendinin fellik fellik oynuyan gözlerini bir hayırlı cevap bulabilir umudu ile suratında gezdirdiğini hissetti. İmam efendi müşteri çıktıktan hemen sonra sözünün nerede kesildiğini belliki hatırlıyamadı. Lafa her seferinde olduğu gibi taa en başındandan tekrar başladı. Azız sofia beyninin buharlaşmaya başladığını hissetti. Durumu imam efendi konuştukça dahada ağırlaşıyordu. Devamlı bozulan fotokopi makinasının mürekkep kartujunu takıp çıkarmakdan iyice kararmış elleri ile saçlarını sıkıntı içinde geriye doğru sıvazladı. Kafasında başlayan kor ateş daha kötüce bir hal aldı, içten içe ayaklarına doğru ilerlemeye başladı. Bedeni daha önceden deneyimlemedeği bir tuhaflığı hissediyordu artık. Vücudunun harareti artarken, o güne kadar üzerine hep bol geldiğini düşündüğü sabrı dikiş yerlerinden tek tek atmaya başladı. Hafızasının yarı aydınlık bir yerinde tuttuğu üzeri parmak kalınlığında toz tutmuş küfürlerden birini bulmaya çalıştı. İmamın başına gelecekler saatine ayan mı oldu ne, sanırsın tatsızlık çıkmaması için zembereği kopmuşçacına cıyak cıyak aralarına girdi. Anasının gözü imam, cambazlık peşinde helak olurken zamanı unutmuş, ezan vaktinin geldiğini ancak kolundaki saatin alarmının çalması ile hatırlamışdı. Şayet mevzu bahis bir tek cemaate namaz kıldırmak olsa imam efendi belki kılını bile kıpırdatmıyacaktı. Sarfettiği çabanın; dil dökmeleri ve gerdan bükmelerinin en az damadı kadar kendi cebinin sıhhati içinde faydalı olduğu aşikardı. Malesef görevlerinden bir diğeri olan müezzinlik için camiye dönmesi şarttı. Aziz sofia, imam efendinin paçalarını tutmuş yokuş aşşağı koşar halini kamyondan düşüp yuvarlanan karpuzlara benzetti. İmamın koşarken önünden geçtiği dükkanlara yakarmaları ise, arka sokağa varmasına rağmen hala aziz sofianın dükkanında yankılanıyordu.

" Almadılar efendi bir türlü kendinden kurulu bir cd çalar. Neymiş efendi! Turistik bölge. İlla canlı canlı okunacakmış ezan, sanırsın konser veriyoruz elin gavurlarına."

İmam efendi eksiği ve fazlasıyla böyle bir insandı.

İmam efendinin dükkanda alalacele ayrılması ile aziz sofia biraz da olsa ferahlamıştı. Vücudunun harereti ise şimdi önceye göre daha iyi sayılırdı. Aziz sofia, öğlenden sonra daha çok fotokopi çekmek, toz almak ve yerleri süpürmek ile haşır neşir oldu. Öğlen güneşi iyiden iyiye dükkanın içini esir aldığında ise dükkanın siperliğini indirmek için dışarı çıktı. Dışarısı kırtasiye vitrinini ilginç bulup fotoğrafını çeken asyalı, avrupalı turistlerle dolmuştu yine. Turistler bu semte asıl olarak eski victoria tarzı evleri fotoğraflamak için gelselerde aziz sofianın dükkanının önünden geçerken 40 senedir değişmeyen vitrinin büyüsünden etkilenirlerdi. Teneke arabaları, asma kilitleri, ahşaptan imalat abaküsleri ve artık çocuklar arasında pek de rağbet görmeyen topaçları fotoğraflamak için birbirleri ile yarışırlardı. Aziz sofiayı bugün olduğu gibi dükkanın önünde yakalarlarsa eğer, yüzündeki kırışıkları hazine kadar değerli sayarlar, onuda semtin fotoğraflanması gereken bir başka karesi olarak tereddüt etmeden sahiplenirlerdi. İşte bu durum yüzündendir ki aziz beyin dostları onu aziz sofia diye çağırırlardı. " Sultanahmetin aya sofiası varsa bizim semtin de aziz sofiası var " derlerdi. Aziz bey üzerine yapışan bu lakabı arkadaşlarından duyarsa ehemmiyet vermez, ancak bir yabancıdan duyarsa yüzünü buruşturur sinirlenirdi. Turistler siperliği indirmeye çalışan aziz sofiayı o günde diğer günlerde olduğu gibi defalarca fotoğrafladı. Aralarında maceracı olan bir kaçı dükkanın içine bile girdiler. Dükkanın içindeki oyuncakları, tabureleri, aziz beyin yanları çinko çerçeveli çalışma masasını ve hemen yanı başında asılı 10 sene önce kaybettiği karısının fotoğrafını inceleyip dışarı çıktılar. İçeri giren turistler nedense antika denebilecek onca eşyanın arasında en çok da tezgahın bir köşesine konuşlandırılmış fotokopi makinası görünce şaşırırlardı. Aziz sofia içeri girdikten sonra yorulmuş olduğunu hissetti ki masasının başına geçip oturdu. Soluk alıp vermeye çalışırken karısının resminin uzun süredir temizlemediğini ve üzerinin toz kaplanmış olduğunu farketti. Önce nemli, daha sonra kuru bezle üzerini bir güzel sildi. Fotoğrafa bakarken bir şeyi hatırlamış olacakki bir süre durakladı. Ne de olsa karısı da imam efendinin bütün dediklerini işitmiş olabilirdi.

Aziz sofia karısının gözlerine bakarak " Korkma, ne seni ne de nasihatini unuttum. " dedi.

Makbule hanım bu diyardan göçmeden hemen önce aziz beye " Aman bu dükkandan, bu evden, bu muhitten ayrılma. Vakti geldiğinde meftanı kaldıracak bir iki dostun olsun etrafında " demişti.

Saat 5'e geldiğinde mesaisi biten memurlar mal müdürlüğü binasını bir bir boşaltmaya başladı. İşini görmeye gelen vatandaşlarda elden ayaktan çekilince mahalle gündüz ki karmaşasından kurtuldu. Aziz sofia tahta tabureleri dükkanın önüne çıkarmaya başladı. Her akşam düzenli olarak sohbete gelen dostlarını beklemeye koyuldu. Emekli banka müdürü fuat bey her akşam olduğu gibi elinde bir tepsi yemekle üst sokakta bulunan evinden yemekleri soğutmamak için telaşla geldi. Yine herkeslerden önce gelmişdi. Aziz sofia diğer dostları gelmeden önce gelen yemekleri acele ile yedi. Fuat beyin eşi, makbule hanım ile ahiretlik sayılır, bundan dolayı hanımının vefatının ardından aziz bey üstünde kendini sorumlu hissederdi. Çok geçmeden diğer dostlarda bir bir geldiler. Tam olağan sohbetlerinden birine başlıyacaklardı ki imam efendi çıkıp geldi, gelir gelmez ise parmağı ile mal müdürlüğünün önündeki park halindeki resmi plakalı araçtan işçilerin indirdikleri fotokopi makinasını işaret etti. Aziz bey fotokopi makinasının ne amaçla getirildiğini tahmin ediyordu. Daha öncedende kulağına dedikoduları gelmişdi. Aziz bey gördüğü manzara karşısında gündüz olduğu gibi hararetinin arttığını hissetti. Biraz ferahlamak için gömleğinin üst düğmesini açıp kravatını gevşetti.

İmam efendi gördüğü manzaradan keyiflenmiş bir halde " Aziz bey görmüyormusun devran değişti, sen hala dinleme beni. Anlat bakalım şimdi ne yapacaksın? " dedi.

Aziz sofia imamın bu sözlerinden ötürü arkadaşlarının üzüldüğünü ve başlarını umutsuzluk içinde önlerine eğdiklerini gördü. İmama dönüp o an orada olan herkesi hayretler içinde bırakan şu sözleri söyledi.

" mal benim değil mi, ister yıkar ister yakar sonra da karşısına geçer bir büyük rakı içer keyiflenirim, sanamı dert ulan benim ne yapacağım üçkağıtçı! "

Hiç yorum yok: